AktüelFelsefe

Saygı Safsatasının Şartlı Dayatmaları

Paylaş

Herkes sevilmeyeceği gibi herkese saygı da duyulmaz! Günlük hayatta “sevgi ve saygı” kavramını oldukça sık kullanırız. Bu kavramları anlamlandırmamız ve yorumlamalarımız durum, olay, şart ve kişilere göre değişkenlik gösterir yani dinamiktir. Hayata gözünü açtığın anda başlar sevginin ve saygının ne olduğunu öğrenmek. Özellikle sevgi için dürtü demek pek de yanlış olmaz sanıyorum. Doğduğumuz ailenin, ülkenin, kültürün değerleri dış gerilim yaratır ve iç gerilimlerimizi şekillendirir. Ve kavramları anlamlandırmalarımız başlar. Burada öğretiler ve sorgulamalar oldukça önemlidir. Peki ya gerçekten neden ve neye saygı duyarız?

Aile Öğretilerinde Saygı

Değerlerin oluşumu, aile, sosyal hayat, kültür ve kişinin benlik algısı ile oluşur. Aile de başlayıp sosyal hayata minik adımlarla şekillenen sevgi ve saygı kavramlarının derinliğini sorgulayalım. Aile konseptini anne ve baba olarak kısıtlamayıp bebeğin bakımını üstlenen kişiler olarak açık uçtu tutmayı yeğliyorum. Kişisel bakımımızı idame ettiremediğimiz bebeklik döneminde, bakımımızı üstlenen kişilere otomatik bir sevgi besleriz. Bu sevgi beklentilerle doludur. Acıktığımızda, ağladığımızda, uyumak istediğimizde veya oyun oynamak istediğimizde başkalarına bağımlıyızdır.

Taleplerimizin gerçekleştirilmesini istemek o dönem de biyolojik bir arka yüzü de barındırır. Bu arzulara kayıtsız kalmayıp isteklerimizi karşılayanlara güveniriz. Bu güven sonrasında itaati de beraberinde getirir. Bize kötülük yapmayacağını bilme hissi, uyarılara kulak vermemizi söyler. Örneğin, yemeğini ye, aç kalırsın! Bu örnek görünürde bebeğin faydasına ve itaatine uygun gibi. Çünkü yemek yemezse aç kalır, itaat etmezse zararlı çıkar.

Fakat belli bir yaştan sonra bebeğin benlik algısı oluşmaya başlar. Bu durumda karşı çıkmalar ve itaatsizlikler beliriverir. O yemeği yemek istemez inatlaşır ve genelde çocuk galip gelir. Yaşamış olduğu deneyimlerden dersler çıkaran çocuk, belli bir yaşa kadar hem boyun eğmeyi hem de karşı çıkmayı öğrenir. Artık yavaş yavaş saygı kavramı da şekillenmeye başlamıştır.

Ufak adımlarla büyük aile ile tanışma evresine geçilir. Hala, teyze, amca, nine, dede dayı gibi henüz bir paylaşımları olmamasına rağmen çocuğun, bu aile bireylerine şartlanmış sevgi ve saygı duyması istenir. Aradaki yaş, statü, deneyim ve kan bağı gibi safsatalara dayandırılmış olan sevgi ve saygı koşulsuz bir beklenti serüvenine dönüşür. Ancak çocuğun bu aile bireyleri ile yaşayacağı deneyim şüphesiz hayatını şekillendirecektir.

Bu süreç doğru yönetilmediği takdirde okul hayatının zorlukları ile çocuğun kafası daha da karışacaktır. Mesela, öğrencilik hayatının daha ilk evrelerinde, sınıfa giren hocanın karşısında ayağa kalkmanın gerekliliğini sorgulamayacaktır.

gezegende saygı

Okul ve Şartlı Saygı Dayatmaları

Eti senin kemiği benim” Ebeveynlerimiz bizi okula kayıt ettirdiğinde, çoğu kez öğretmenlerimize bu cümleyi kurar. Ne ürkütücü bir söz ama. Tatlı bir imaj çizildiğinden çocuğun korktuğunu bilemediler herhalde. Acaba korku saygıyı mı tetikleyecekti?

Çoğumuz okul hayatının ilk döneminde, aileden kopup başkalarına karışma evresine geçtiğimiz için kaygılıyızdır. İlkokulda ebeveynlerimiz bu kopuş evresinde bizi yalnız bırakmak istemez ve bir süre bize eşlik ederler. Sonra toplum içinde yalnızlaşmayı öğrenirsin. Bilmediğin bir mekanda bilmediğin kişilere emanet edilirsin.

Aile içinde bu bilinmezliğe güvenmen ve adapte olman gerektiği öğretilir. Aynı zamanda yabancılarla konuşmaman gerektiği, onlara güvenmemen gerektiği, verdikleri yiyecekleri yememen gerektiği de öğretilir. Zihin o zaman bir çatışmaya girer. İşte burada statüye, otoriteye sorgusuz bir itaat başlar. Güvenirsin, sorgulayamazsın, boyun eğersin, korkarsın çünkü, o senden üstündür, güçlüdür, büyüktür. Yani biz okula, öğretmene tıpkı geniş aile bireylerine olduğu gibi toplumun baskısıyla, korkuyla itaat mi ederiz? Otoriteye mi, yaşa mı, kuruma mı, deneyime neye saygı duyarız yoksa itaat mi demem gerekir?

saygı nedir

Lise ve üniversite de işler biraz daha karmaşıklaşır. Kişi “neden” sorusunu sormaya başladığında hem bocalayacak hem de toplumdan soyutlanmaya başlayacaktır. Uyması gerektiği söylenen bir kural veya istenç , bireyin iradesi karşısında sorgulanacaktır.

Tıpkı bir öğrencinin diğerlerinden farkı davrandığında garipsendiği gibi aynı durum bir öğretmen için de geçerlidir. Yani öğrenciyle iletişim kurma çabası alışılmışın dışında ise hem öğrenciler hem de meslektaşları tarafından yadırganır. Bu çabaya karşılık veren öğrenci artık o öğretmeni diğerlerinde farklı bulur.

Düşünün ki okul hayatımız boyunca muhakkak münakaşaya girdiğimiz ya da hayatımızı derinden etkileyen, fikirleriyle, bize yaklaşımlarıyla kendi içimizde bir devrime imza atmamıza olanak sağlamış hayatımıza dokunmuş bir öğretmen… Yani sevgide saygının bir parçası olmasın? Burada, “sevmek zorunda değilsin ama saygı duymak zorundasın” aforizmasına şunu sormak isterim. Neden? İnsan olduğu için mi?

 

Kötü diye nitelendirilen, hayatı etik ihlallerle dolu birisini düşünelim. Yalancı, emek hırsızı, tecavüzcü, çıkarcı gibi. Spesifik bir örnek vermek doğru olmaz diye düşünüyorum. Çünkü “etik” istenildiği gibi yorumlanmakta.

Durum, koşul olay ve kişilere göre etik anlayış kişiden kişiye değişmekte. Yani bir tecavüzcüye sırf insan olduğu için saygı duyulması gerektiğini düşünebilirsiniz. Onu bu yanlışa iten sebepleri ele alıp kişinin, cezalandırılması gerektiğini savunup, şartları öne sürüp onu aklayabilirsiniz. Sadece insan olduğu için saygı duyulmasını doğru bulabilirsiniz. Ancak, zaten insanın kendisini gezegenin merkezine koymasından kaynaklı olan bu problemleri daha da tetiklemiş olacaktır kanımca. Örneğin insan hakları konuşulmadan hayvan haklarının konuşulamayacağını öne sürenler gibi.

Gezegende Saygı

Bu gezegen hepimizin. İnsan kendini tür olarak gezegenin en üst seviyesinde görmekte. Bu safsatayı destekleyen, inançlar, ideolojiler, politikalar ve kültürler, e tabi bir de kapitalizm işi iyice batırmakta. Birçok etken yüzünden kendi kafasından uydurduğu bir hiyerarşide insan, en üstte. “Doğaya karşı savaş açmış durumdayız ve kazanırsak kaybedeceğiz”. Saygıyı sadece insan merkezli düşünmeyip biraz genişletmek isterim.

hayvana saygı

Sokakta yaşayan diğer türlerle iletişime geçmek, mesela bir köpeğin başını okşamak, bir kedinin bacaklarımıza dolanmasını seyretmek, martılara simit atmak gibi bize haz veren deneyimler yaşamak. Çoğumuz evlerine yeni üyeler dahil ediyor. Kedi, köpek, kuş gibi türler sıkça tercih ediliyor. Muazzam bir sevgide beraberinde geliyor. Hane içine dahil ettiğimiz veya etmediğimiz bu diğer türlere olan saygımız ne derecede peki? Sırf var oldukları için onlara da saygı duyuyor muyuz? Yoksa diğer türlerin bilinçsiz, hissedemeyen, insan için yaratılmış hizmetimize sunulan canlılar olarak mı görüyoruz?

İşte burada saygı ve yaşam hakkı söz konusu. Saygı ve itaatin birbirine karıştırıldığı gibi yaşam hakkı ve saygıda  birbirine karıştırılıyor ve türcülük beliriveriyor. Yani bir inek, tavuk, balık,  besin kaynağı,  bir at, binek ve eğlence unsuru olarak görülüp köpek ve kediden ayrılıyor. Bu durum doğuran nedenler saymakla bitmez. O yüzden kişinin, türcü olduğundan kaynaklanan çatışmalarına değinelim.

Söz konusu yaşam hakkı olunca tıpkı insanların ayırt edilmeyeceği gibi hayvanlarında ayırt edilmemesi gerek. İnsanın, maalesef elinde tuttuğu bu yaşatma durumu, safsatalarla desteklenmekte. Yaşam hakkı olan bir ineği bir köpekten ayıran şey nedir? Hiçbir şey! Yaşanılan bu çatışmayı biraz daha derinleştirelim.

Sabah kahvaltımızda yediğimiz peynirler, yumurtalar, salam sosisler, öğle yemeğinde yediğimiz pirzola ve kebaplar, yanına meze edilen ayran ve yoğurt, eğlence sektörüne hizmet eden at, boğa, tavuk, giyim sektörüne hizmet eden kürkü ve derisi kullanılan hayvanlar, kozmetik ve akademik alanda üzerinde acımasızca deney yapılan fare, tavşan, maymun gibi türler yani tüm hayvanlar.

Tüm hayvanların bize hizmet etme zorunluluğu, bilimin çarpıtılması, yanlış inanç ve ideolojilerin, kötü amaçlara hizmet eden algımızı yöneten medyanın ve elbette kapitalizmin doğurduğu sonuçtur. Evinizde size ev arkadaşlığı yapan kedinin gözünün içine bakarken yediğiniz pirzola türcülüktür.

Kimisinin yaşamasına izin verirken kimisinin bizim için öldürülmesi felaket bir çatışmadır. Ve bu çatışmadan kurtulmanın tek yolu etik olan “VEGAN” yaşamdır. Hayvanların mal olarak görülmediği, sömürülmediği hiçbir canlının bize hizmet etmek zorunda olmadan yaşaması gerektiğini savunan ve olması gereken yaşam felsefesidir.

İşte o zaman saygının ne olduğu daha da netleşir. Tür olarak birinin diğerinden üstte tutulmadığı, hiçbir canlının insana hizmet etmek zorunda olmadan bütün canlıların yaşama hakkı olduğu zaman saygıdan söz edebiliriz. Bu durum böyle olmadığında saygı kavramı içselleştirilmemiş ve safsatalardan ibaret olur. Sözde saygı olur.

İnsanın Kendine Olan Saygısı

Ben bir başkasıdır” ne müthiş bir söz. Herhangi bir sosyal yapıdan bağımsız bir insan düşünemeyiz. Ait hissettiği toplumda bireyin, fikirlerinin oluşumunda, diğer üyelerin payı oldukça fazladır. Bağlı olduğumuz bu sosyal yapının değerlerini sorgulamadan içselleştirmek ileriki zamanlarda bireyin kaçınılmaz bir çatışmaya girmesine sebep olur. Elbette bu çatışma hali, değer yargılarının sorgulandığı vakit gerçekleşecektir.

Kavramları sorgulanmış vaziyette anlamlandırma çabamız, öğretiler, deneyimler ve gözlemler arasına sıkışıp kalmamamız için gereklidir. Bu gereklilik esasında bize, farklı bakış açılarından bakmamızı da sağlar. Bizden başka toplumların değerlerini yargılamadan sorgulatır. Yargılamak ve sorgulamak arasında ince bir çizgi olduğundan bu durum oldukça önemlidir.

Başkasını yargılamadan önce kişinin kendini sorgulaması gerekir. Sorgulamalar kişinin kendine saygı duyma halini oluşturacaktır. Sorgulanmamış değer yargıları, dış uyaranlar karşısında kişinin kendini tehdit altında hissetmesine, itaat etmesi sonucunda kendine olan saygısını yitirmesiyle sonuçlanacaktır.

Peki kişinin kendine saygı duyma hali nedir? Kişinin, kendine saygı duyma hali, dış uyaranlardan bağımsız düşünülebilir mi? Bireyin kendi ile barışık olma haline saygı diyebilir miyiz? Elbette bu barışıklığın bir sınırı olmalı kanımca.

Yani kişi, dış görünüşüyle, deneyimleriyle, bulunduğu sosyal yapının şartlarıyla, kültürüyle, ülkesiyle gibi birçok durumla barışık olmalı. Şartlar sorgulanmış, kabullenilmiş ve harekete geçilmiş olmalı. Asıl mevzu fikirlere geldiğinde ise, burada işeler karışıyor.

öz saygı

Toplumsal normlar, kişinin nasıl davranması gerektiğini söyleyen ilkeler bütünüdür. Bu normlara bağlı olan kişinin ilkeleri sorgulaması gerekmektedir. Aksi takdirde norm dışı durumlarda eleştirel yaklaşamayıp objektif olamaz. Bağlı olduğu ilkeler dışında başka fikirler ile karşılaştığında kişi sığ kalacaktır. Böyle bir durumda kişi hem saygı kavramını işine geldiği gibi yorumlayacak hem de öyle yorumlanmasına zemin hazırlamış olacaktır.

Özellikle ikili ilişkilerde diyaloglar, “ben sana saygı duyuyorum ama benim fikrim bu sende bana saygı duy” şeklinde gerçekleşecektir. Burada kullanılması gereken kavram sahiden saygı mıdır? “Sana katılmıyorum” demek yetersiz mi gelmektedir? Bu durumlar samimiyetsiz olmaya da zemin hazırlamaz mı? Fikirlerini onaylamadığınız birine saygı duyduğumuzu iddia etmek ve kendi fikirlerinize saygı duyulmasını beklemek çatışma yaratır. Bu çatışmalar saygı kavramının işimize geldiği gibi kullanılmasından kaynaklıdır.

Saygı kavramı, insan ilişkileri için değişken yapıdadır. Sosyal bir varlık olan insan için bu kavram sağlam bir zemine oturtulamamış gibi görünmekte. İnsan hakları yasalarına baktığımızda da bu durum aşikar.

Görüldüğü üzere saygı kavramı karmaşık bir yapıdadır. İnsanın kendisini gezegenin merkezine koyduğu bu saçma düzende bu kavramı sağlam bir zemine oturtmak bana pek de mümkün görünmüyor. Bir türün diğer türden üstün olduğu düşüncesi aşılmadıkça, insan menfaatine gezegendeki diğer canlılar sömürüldükçe, bu kavram anlamını yitirmekte.

Bu düşünce sistemi revize dilmediği takdirde saygı, içi safsatalarla doldurulmuş anlamsız bir kavram olarak kalacak kanımca. İnsanın potansiyeline saygı duymadan önce değiştirilmesi gereken düşünce, insanın gezegenin merkezinde olduğu düşüncesi. Bu safsatalardan sıyrıldığımızda ancak o zaman bu kavram anlamını kazanacaktır. Gezegene ve diğer türlere saygı duyduğumuzda yaşama hakkı olduğunu kanıksadığımızda, hiçbir canlının saçma ideolojilere bağlı kalmadan hizmetimize sunulduğu fikrini yalanlamadıkça bu kavramı konuşmamız safsataları desteklemekten öteye geçemez.

SON

 

Yazar: Şebnem Edikli

Tags: , , , , , ,
İstatistiksel Testler ve Kullanım Alanları
Köpekler Neden Esner? Köpeklerde Vücut Dili

En Çok Okunan

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Menü