FilmKültür Sanat

Forget About İt! The İrishman İncelemesi

Paylaş

Martin Scorsesse‘nin “mob” türünün bütün özelliklerini dahil ederek son bir başyapıt oluşturma çabası. Netflix için yapılmış olması süre kısıtlamasını nispeten ortadan kaldırmış ve bu gangster filmlerinin kemik izleyicisi için oldukça sevindirici bir durum olarak görülebilir. Çünkü bizi kendine çeken böyle uzun bir filmdeki detaylar, küçük şeylerdir.

Zaten keyif için film izleyen bir izleyici hiç hikaye kaygısı güder mi? Daha doğrusu bir sinema aşıkları. Bu durum filmin yazılı ve görsel kısımları ve onların üreticileri  – senaristler, diyalogcular, hikaye yazarları ve oyuncular, kurgucular, dekoratörler, ışıkçılar- arasında bir değerlilik yarışı ortaya çıkarmıştır. Bir denge mekanizması kurması gereken ise yönetmendir. Böyle ağır topları kendilerine en iyi yakışan bir türde bir araya getirendir. Bugüne kadar her türden seyirciyi kendine çekebilecek dönem filmlerini en iyi çeken Scorsesse’dir.

Filmin içindeki anlatıcı o kadar baskın olmasına rağmen – Goodfellas‘taki Henry gibi- izleyiciye başka bir karakterin hikayesini benimseme fırsatı hep verilmiştir. Scorsesse’nin mob filmlerinde ana karakter genellikle bir İrlandalı yada İtalyan olmayan biri-Casino’da Yahudi Sam, Goodfellas’ta İrlandalı Henry- olur. Çünkü bu sayede hikayeye dışarıdan bir gözlemci olarak katılınır.

İzleyici bir İrlandalı olarak elinden tutulup İtalyan Mahallesi’nde bir tur atmaya çıkarılmış meraklı bir afacan gibi hisseder. O İrlandalı bize bir terimler sözlüğü olur-Henry Goodfellas’ta bize tane tane goodfellas nedir kime denir, anlatmıştı- bizi ağır abilerle tanıştırır. Nasıl ki, filmde o İrlandalıya biri kefil oluyorsa, o da bize kefil olur sanki.

Bir de ana karakter o kadar soğuk olur ki, bu Scorsesse filmlerinde hiçbirimiz onu benimsemeye yanaşamayız. Frank Sheeran da kendisine verilen her görevi büyük bir soğuklukla yerine getirdi. En çok sevdiği adamlardan birini insafsızca infaz etti. Ama onu haklı çıkarmaya çalışırsak bile belki yine başarılı oluruz.

Çünkü bunlar her ne kadar – Sıfır Bir ağzıyla söyleyecek olursak- “icraat” sahnelerinin bol olduğu filmler olsalar dahi her kesimden insana yönelik bir mesaj barındırabilir. Deriz ki ve bu filmde de derler ki, bir adam daima ailesini en yakınında tutmalıdır. Ailesi için elinden geleni yapmalı, öldürmeyi göze almalıdır. Böylelikle Frank ailesi yaşasın diye “duvar boyamıştır” ve çok fazla duvar boyamıştır, etrafında kimse kalmayana dek. O zaman dahi yaptıklarını polise anlatmamıştır, bir boyacı geleneği olarak.

Yine De Niro’nun başrolde olduğu “Once Upon a Time in America” nın dramatik yapısıyla zaman zaman benzeştiği söylenebilir. Ana karakter erdemlidir, ancak erdemli birinin yapmaması gereken şeyler yapmıştır. Daima bir suçluluk duygusunun, bir mahcubiyetin yükünü taşımaktadır. Kimsenin suratına fazla bakmaz, gülmez, pek şaka yapmaz, kimseyle fazla samimiyet kurmaz.  İçimizdeki Şeytan kitabındaki Ömer ruhunun çektiği acıyla iki büklüm dolaşmıştır.

Karakterler dinlenilmekten korktukları için şifreli konuşurlar ve az kelimeyle çok şey ifade etmeye çalışırlar. Hüzünlerini de, memnuniyetsizliklerini de yaptıkları iş gereği maskelemek zorundadırlar sanki. Donnie Brasco filminde Johnny Depp “forget about it” ne demektir açıklamıştır. “Forget about it” her şey demektir, bir sevinci de aktarır, hüznü de, kızgınlık da belirtir, dostluk da… Bazense sadece “unut gitsin” demektir.

Aynı bu replik gibi Irishman gibi Scorsese filmleri de her şey hakkındadır. Bir MMA dövüşçüsünün yaşamını anlatan bir film genellikle dövüşmek üzerinedir, izledikten sonra bir yerleri yumruklama ihtiyacı hissettirir. Bir romantik komedi filmi dışarıya çıkıp birileriyle haşır neşir olmanız gerektiğini kulağınıza fısıldar. Tarihi bir olayı anlatan filmleri izledikten sonra ya şöyle olsaydı, ya böyle olsaydı diye ihtimaller dünyasına dalarsınız.

Ancak bu tür filmler her şey hakkındadır. Kumarhane de gerçekleşen bir laf dalaşı ne kadar aklınızda kaldıysa, göz göre göre kaybedilen bir dostun ardından duyulan pişmanlık da o kadar aklınızdadır. Bitmek için başlar film, çünkü daha en başında yaşanacak maceraların ana karakteri bir yere taşımayacağı ortadadır.

Talihsiz bir adam olduğunu en başında anlarız çünkü sadece olanı söyler. Seyirciye karşı hep dürüsttür. Yokken yok der, varken var. Onu mafya “bir yerlere” getirmiştir ancak başka bir yere de gitmesine izin verecek değildir. Casino filminde Sam Rothstein başından beri sadece iyi bir bahişçiydi,  daha fazlası değil.

Kumarhane müdürü olmak için kimseyi öldürmedi, tırnaklarıyla kazımadı, Joe Pesci’ye gidip “şu adam benimle dalga geçiyor, bi’ zahmet öldürür müsün” demedi. Atla Gel Şaban filmindeki karakter gibi sade biriydi.

Sonunda denebilir ki, the Irishman her anlamda taşan bir filmdir. Biraz komik oldu, Scorsese’nin filmi telefon ekranından izlemeyin tavsiyesi geldi aklıma. Gerçekten taşıyor bu film, her anlamda… Yazım, oyunculuk, planlar…

Bir “influencer” ve ekibinin gimble kullanarak çektiği herhangi bir Youtube videosundan farksız bir Netflix filmi değil. Hadi her şey hakkında bol yeşil perdeli film çekelim diyen yapımcıların filmlerinden de değil ancak gerçekten her şey hakkında bir film.

Her şey hakkında filmlere rast gelmek için film izlemek gerek; edebiyat ve görsel sanatlar gerçek anlamıyla onlarda buluşabiliyor çünkü… Sinemanın bir anlatacağı olduğunu, iki saatlik bir duygulanımdan fazlası olduğunu onları izlerken anlayabiliyoruz.

Yazar: Ahmet Yıldırım

Tags: , , , ,
Sismik Baz İzolasyonu Nedir?
Dünya’nın En Büyük Hayvanı: Mavi Balina

En Çok Okunan

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Menü