Carl Jung Kimdir?
Carl Gustav Jung, Freud’un biliçaltı çalışmalarından oldukça etkilenmişti ve onun fikirlerinin çok erken bir destekçisi olmuştu. Viyana Psikanaliz Derneği’nin (eski adıyla Çarşamba Psikoloji Derneği) aktif bir üyesiydi.
1910’da Uluslararası Psikanaliz Birliği kurulmuştu. Jung, Freud’un isteği üzerine başkan oldu.
1912’de ise Jung, Amerika’da bir konferans turuna çıktı. Konuşmalarında Freud’un Oedipus kompleksi teorisini ve çocukluğa dayandırdığı cinsel yorumlarını eleştirdi. Yaptığı bu konuşmalar aralarında geri dönülmez bir bölünmeye yol açtı. Bunun ardından Jung kendi psikanalitik teorisini geliştirmek üzere çalışmaktaydı.
Jung’un analitik psikolojisine bakışında Freud’la olan teorik farklılıkları da ortaya çıkar. Örneğin Jung, bir kişinin geçmiş ve çocukluk deneyimlerinin gelecekteki davranışları belirlediği konusunda Freud ile aynı fikirdeydi. Bununla beraber geleceğimiz (istenç) tarafından da şekillendiğimize inanıyordu.
Carl Jung ve LİBİDO
Jung’un (1948), cinselliğe bakışı Freud ile aynı fikirde değildi. Libidonun sadece cinsel enerjiden ibaret olmadığını düşünüyordu. Bunun yerine genele yayılan bir psişik enerji olduğuna inanıyordu.
Jung’a göre bu psişik enerjinin amacı; bireyi spiritüel, entelektüel ve yaratıcı olmak üzere bir dizi önemli yolla motive etmekti. Aynı zamanda bireyin haz arayışına ve çatışmaları azaltması adına bir motivasyon kaynağıydı.
BİLİNÇDIŞI (BİLİNÇALTI)
Freud ve Erikson gibi Jung da insanların psikolojik yapısını bir dizi ayrı ama etkileşim halindeki sistemlerden oluşan bir şey olarak gördü. Buna göre Jung, insanların psikolojik tahlilini üç farklı bölümlendirmede dile getirdi:
- Ego
- Kişisel bilinçaltı
- Kolektif bilinçaltı
Jung’a göre ego, bir kişinin farkında olduğu düşünceleri, anıları ve duyguları içerir. Ego, kendinin farkında olan, bilinçli zihnin temsilidir. Süreklilik ihtiva eden kimlik oluşumunda büyük ölçüde sorumludur.
Tıpkı Freud gibi Jung da, bilinçdışının (bilinçaltının) kişilik oluşumundaki önemini vurguladı. Ancak Freud’dan farklı olarak Jung, bilinçdışının iki katmandan oluştuğunu öne sürmüştür. (kişisel bilinçdışı ve kolektif biliçdışı)
Kişisel bilinçdışı olarak adlandırılan ilk katman, esasen Freud’un bilinçdışı (bilinçaltı) versiyonuyla aynıdır. Kişisel bilinçdışı, hatırlanmayı bekleyen bilgileri ve bastırılmış hatıraları içerir.
Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre, kompleks terimini ilk kez Jung kullanmıştır. Jung (1933) kişisel bilinçdışının en önemli özelliklerini “kompleks” başlığı altında topladı. Tek bir kavrama odaklanan düşünceler, duygular, tutumlar ve anılar topluluğuna kompleks ismini verdi.
Komplekse ne kadar çok öğe bağlanırsa, birey üzerindeki etkisi o kadar büyük olur. Jung ayrıca kişisel bilinçaltının Freud’un düşüncesine kıyasla yüzeye çok daha yakın olduğuna inanıyordu.
Jungçu terapi bastırılmış çocukluk deneyimleriyle daha az ilgilenir. Nevrozun teşhis ve tedavisinde geçmişin katkılarını es geçmemekle birlikte şimdiye ve geleceğe daha çok yönelir.
KOLEKTİF BİLİNÇALTI
Jung ve Freud arasındaki açık ara en önemli fark, Jung’un kolektif bilinçdışı kavramıdır. Bu, kişilik kuramlarına yaptığı en özgün katkılardan biridir.
Kolektif bilinçdışı, kişisel bilinçdışının evrensel bir versiyonudur. İnsanlığın paylaştığı ortak zihinsel kalıpları veya ortak hafıza izlerine karşılık gelir.
Jung’un arketipler olarak adlandırdığı bu kalıtımsal hatıralar; edebiyat, sanat ve rüyalar yoluyla ifade edildiği gibi çeşitli kültürlerde evrensel temalarla temsil edilir.
Jung’a göre, insan zihni, evrimin bir sonucu olarak doğuştan gelen özelliklere sahiptir. Bu evrensel yatkınlıklar atalarımızdan kalma geçmişimizden kaynaklanmaktadır. Karanlık korkusu veya yılan ve örümcek korkusu bunlara örnek gösterilebilir.
Bununla birlikte, bireysel eğilimlerden daha önemli olan, kolektif bilinçaltının yönleridir. Jung (1947), bu kalıtımsal anı ve görüntüleri arketipler olarak adlandırdı.
Carl Jung’un 4 Arketipi
Jung arketipleri, Carl Jung tarafından tanımlandığı şekliyle, kolektif bilinçdışından türetilen imgeler ve temalardır. Arketiplerin kültürler arasında evrensel anlamları vardır. Arketiplerin yansımaları rüyalarda, edebiyatta, sanatta veya dinde ortaya çıkabilir.
Jung (1947), farklı kültürlerden gelen sembollerin bile genellikle çok benzer olduğuna dikkat çeker. Çünkü bunlar, kolektif biliçdışının bir parçası olan tüm insan ırkı tarafından paylaşılan arketiplerden ortaya çıkmıştır.
Aktarılarak gelen ilkel geçmiş yaşantılar, mevcut davranışı etkileyen ve insan ruhunun temelini oluşturan ögelerin başında gelir. Jung çok sayıda arketip ortaya koysa da, özellikle dört arketipin altını çizdi.
Persona (Maske):
Persona, dış dünyaya yansıttığımız tavrı ifade eder. Topluma karşı takındığımız tavır ve maskelerdir. Gerçek benliğimizin gizlendiği durumdur. Jung bunu “uyum” arketipi olarak tanımlar. Kişinin gerçekte kim olduğundan bağımsız olarak topluma kendini farklı biri olararak halka açık yüz veya roldür. Kişi personasını aşırı özümserse kişilik bozulmaları görülebilir.
Anima/Animus:
Diğer bir arketip ise anima/animus’tur. “Anima/animus” biyolojik cinsiyetin zıttına atıf yapar. Bilincin aktif olduğu durumlarda erkekler erkek, kadınlar kadın gibi davranırlar. Ancak bilinçdışı durumlarda erkekler dişil, kadınlar eril hareketler sergileyebilirler. Erkeğin bilinçdışı feminen hareketlerine Anima, kadının bilinçdışı maskülen hareketlerine ise Animus denir.
Gölge:
Gölge, insanın en karanlık tarafıdır. Freud’daki id kavramına yakındır. Kişiliğin ilkel, hayvani yönüdür. Bastırılmış dürtü, arzu, istek ve düşünceler, cinsel fanteziler, içgüdü vs. bu alanda bulunur. Gölge arketipine topluma ve kendimize zıt düşen her şeyi dahil edebiliriz.
Gölge hem yaratıcı hem de yıkıcı enerjilerimizin kaynağıdır. Jung kendimizi tamamen kucaklayacak biçimde gölgelerimizi de sahiplenmemiz gerektiğini dile getirir. Bu şekliyle kişi kendiyle yüz yüze gelir ve kendini daha iyi tanıma imkanı bulur. Gölgeyi görmezden gelmek ve bilinçdışına atmak bize dengeyi kaybettirebilir ve mutlu olma fırsatını yok edebilir.
Evrim teorisine uygun olarak, Jung’un arketiplerinin bir zamanlar hayatta kalma değeri olan yatkınlıkları yansıtıyor olabilir.
Kendilik:
Benlik veya kendilik, kişinin bilinç ve bilindışı halinin birlikteliğidir. Bilinç ve bilinçdışının ortaklığıyla benlik inşa edilir. Jung’a göre, her bireyin nihai amacı bir benlik durumuna ulaşmaktır. Jungçu anlamda kendini gerçekleştirmek budur.
DAHA FAZLA OKU: İd, Ego, Süperego: Freud’un Yapısal Kişilik Kuramı
Jung ve MODERNİTE
Jung, “Keşfedilmemiş Benlik” isimli kitabında modern yaşama ait sorunları ele aldı. İnsanın içgüdüsel temellerine yabancılaşma durumunun modernitede birçok probleme yol açtığının altını çizdi. Anima ve animus kavramlarına getirdiği tanımlar bu konuya ilişkin yaptığı atıflardan biridir.
Jung, bahsettiği bu arketiplerin birlikte yaşayan kadınlar ve erkeklerin kolektif deneyimlerinin ürünleri olduğunu savunuyor. Bununla birlikte, modern Batı medeniyetinde birlikte erkeklerin dişil yönlerini yaşamaları ve kadınların erkeksi eğilimleri ifade etmeleri konusunda cesaretleri kırılmıştır. Jung için bu durum, her iki cinsiyetin de tam psikolojik gelişiminin baltalanmasıydı.
İnsanlık tarihi boyunca süregelen egemen ataerkil kültür kadınsı niteliklerin tamamen değersizleşmesine yol açtı. Bu personanın (maske) ardındaki güç dolayısıyla günlük yaşamlarında milyonlarca kişi tarafından sorgulanmayan bir yaşam biçimine yükseltti.
Carl Jung’a Eleştiriler ve Psikolojiye Katkıları
Jung hiçbir zaman Freud’un popülaritesine sahip olamamıştır. Bunun nedeni, yazılarının akademik bir dünya içine sıkışmış olması ve fikirlerinin halkla buluşmakta güçlük çekmesi olabilir. Düşüncelenin Freud’a oranla daha mistik ve anlaşılması güç olması nedeni de öne sürülebilir.
Genel olarak modern psikoloji, Jung’un arketipler teorisine pek sıcak bakmadı. Ernest Jones (Freud’un biyografisini yazan), Jung’un “hiçbir zaman içinden çıkmadığı sahte bir felsefeye indiğini” ve fikirlerinin psikolojiye bilimsel bir katkıdan çok New Age mistik spekülasyonlarına benzediğini söyler.
Bununla birlikte, Jung’un eski mitler ve efsaneler üzerine araştırmaları, astrolojiye olan ilgisi ve Doğu dinine olan hayranlığı bu bağlama oturtulabilir.
Bütün bu bahsedilenlerin dışında Jung’un, psikoloji bilimine bir önemli katkısı daha vardır. Dışa dönüklük ve içe dönüklük olarak adlandırılan kişiliğin iki başat tutumunu literatüre kazandıran ilk kişiydi. (1923).
Jung, psikoloji lisans öğrencileri için nesiller boyu kültürel bir simge olmanın yanı sıra, ortaya koyduğu modern kişilik kuramlarıyla geneli etkilemeyi başardı.
KAYNAKÇA:
McLeod, S. A. (2018, May 21). Carl jung. Simply Psychology. https://www.simplypsychology.org/carl-jung.html