Adanmış Kadınlar Ve Köpekler
Her masalın bir kurtarıcısı vardır. Yakışıklı prens gelir ve kadını içine düştüğü kötülükten kurtarır, onlar muradına erer ve masal biter. Prensin simgesel kimliklerinden konuşmak bir yana dursun prenses asil olandır ve asalet takdir görmeyi bekler. Takdir görene kadar pasiftir.
Güzelliğine ve zerafetine övgüler onu minnettar yapar. Onun çevresindeki kuşlar, kelebekler, balkabakları bir kurtarıcıyı işaret eder. Bu iki filmde de kahramanını bekleyen kadınlar vardır ama farkı, Grace ve Cleo bir arayışa çıkarlar. Bu arayışı anlamlı olmasının tek yolu vardır; başlarına gelen felaketlerin yaratıcısı olduklarını kabul edecek ve bu fırsatı verenin kendileri olduğuna inanıp kötü kalpli cadıları, devleri, canavarları affedeceklerdir. Ya da…
Önce Roma’ya bakalım: Cleo burjuva bir ailenin yanında hizmetçilik yapmaktadır. Ailenin babası evi terk edip metresine gider. Zaten arabası bir türlü garaja sığmamıştı. Belki de bu onun için yeterli bir bahaneydi. Evin üç kadını çocuklardan bunu gizlemek için çaba sarf ederken bir yandan kadın olmanın yalnızlığını sınıf fark etmeksizin birlikte keşfederler. Cleo hamile kalır ancak bunu duyan sevgilisi Fermin onu terk edip militan kamplarına gider ve ondan sonra talihsiz olaylar Cleo’nun peşini bırakmaz. Peki neden öyle olur?
Cleo’nun bebekleri izlerken deprem olması, Noel için Sofia ve ailesiyle gittiği davette ormanda yangın çıkması, doğuma giderken solcu gençlerle militan güçler arasında çıkan arbededen ötürü doğuma yetişemeleri bana kalırsa kadının suçluluk dürtüsünün bir dışavurumudur ve kendi içinde kefaretini ödeme biçimidir. Ya da şöyle bir okuma da mümkün olabilir, istemediği şeylere maruz kalan kadının doğasının verdiği bir tepkidir. İlk durumda kadın kurbanı olduğu kötülüğün taşıyıcısıdır. Bir süre sonra bu kötülüğün doğuştan geldiğine ikna olmaya başlar ve kaderine yenik düşer. Bir kurtarıcı beklemenin bedelini kendine ödetir.
İkinci durumda kadının bastırdığı duygular bir şekilde kendini ele verir ancak yine bu afetlerden en çok zararı o görür. Cleo hizmetçidir ve onun işi bulaşık yıkamak, evin köpeğinin dışkısını temizlemektir. Sürekli bir arınmanın nüksedişini görürüz, film umudu korumak adına kendini sürekli “yıkar”. Bir iç hesaplaşma ancak bu kadar güzel bir anlatımla verilebilirdi.
Ancak sonra sular kurur yüzeylerin boşluklarına dolan su Cleo’nun hayatıdır ama aynı zamanda su, kendi elinde tuttuğu gücü akıtma biçimidir sonunda ona karışır, Cleo’nun kurtuluşunu tek bir cümleyle duyurduğunu görürüz. Anlatmak demiyorum çünkü Cleo ilk defa zaferi hisseder ve bir ilki anlamak, anlatabilmek için makul bir zamanın geçmesi gerekir.
Eve döndüklerinde kardeşine gülümseyerek “Sana anlatacağım bir sürü şey var.” dediğinde o uçak sudaki yansımasından kurtulup kendince bir sona varmıştır. Cuaron’un bu filmde geniş planlarının geçişini panlarla gerçekleştirmesi kendi geçmişini doğal ışığın berraklığında tekrar izlemesine müsaade ediyor.
Peki ya Dogville? Olağanüstü güzelliği ve zerafetiyle Grace önce hoşgörüyle karşılaşır bu kasabada. Ancak uzun süre kendini koruyan güzellik Dogville kasabası halkına güzelliği ve saflığı bozma ihtiyacı hissettirir. Grace o kadar da kusursuz olamazdı, yüce ahlaki duygular yalnızca Tom’un kitabında olmalıydı.
Grace bu kitabın kahramanıysa Tom bu kaderi değiştirebilecek, ona güzel bir son sunabilecek kurtarıcıydı. Grace’in kasabada yaşadığı trajik olaylar şu cümleyle özetlenir filmde: “Dayanmasını sağlayan şey gurur değil, hayatı tehlikede olan hayvanlar gibi duygularının uyuşmasıydı.” Başka türlü suçluluk duygusuna nasıl dayanırdı? O insanların zaafları vardı, kendisi daha gelişmiş, yüksek duyarlılıkların olduğu bir yerden gelmişti.
Güçlü anlayış kabiliyeti onu pasif olmaya zorlayacaktı. Dini bir figürü canlandırıyordu bize. Lars von Trier’in İsa’yı Grace üzerinden temsili iki kere başarılıydı bu yüzden. Bu insanlar da doğruyu yaşayarak öğrenecekti. Gerekirse yaşadığı acıya, bir harita üzerinde sınırlarının ihlaline seyirci kalacaktı. Tom’a güveniyordu çünkü o kendisinden bir şey istemeyen tek kişiydi. Grace, onun isteğiyle kasabayla son bir kez konuşur.
Tam bu sırada tesadüf ki kar fırtınası başlar ve onun son cümlesini aklığına bulayıp diner. Halk her şeye rağmen onun kasabaya uğursuzluk getirdiğini düşünür. Zaten asıl sorun “her şeye rağmen” olmasıdır. Peki neden kar fırtınası? Roma ile aynı sebepten olabilir mi? Ardından Tom bir sahnede kitabının bir bölümünü okumak ister Grace’e. Kitabının ilham kaynağı odur. Grace bunu erteler. Umudu korumak adına kaderinin gizli kalmasını yeğler. Babasının gelmesiyle Tom’a olan inancının boşa çıktığını görür.
Babasının ona söyledği sözler ay ışığının altında ilk kez okunaklı hale gelir ve kötü bir kabartma gibi duran Dogville halkını açık seçik görür. Evet, onları affedecek bahaneyi hala bulabilirdi peki ya kendini? Aynı bahane kurban edeni ve edileni uzlaştırır mıydı? İşte o an gücü kullanmanın kötü olmadığını fark etti ve Tom’u, yazdığı kaderi reddedip onu öldürdü. Her şeyi askıya alan vücudu bir refleksle kontrolün sahibi oldu.
Kurtarıcı kimdi? Sofia? Baba? Hayır kurtarıcı kendileriydi. ve yalnızca bir aracıya ihtiyacı vardı ve bence iki filmde de kadınların kurtarıcıyla arasında duran bir köpek vardı. “Köpekler doğaları ne gerekiyorsa onu yapıyordu, o halde affedilmesi gerekirdi” diyen Grace metaforunu çürütse de köpek Musa’yı öldürmez, kendi kaderine bırakıp ayrılır ve sonra o köpeğin canlanışını biz görürüz. Her iki hikayede de köpek bir tanıktır. Üstün hisleriyle bir şeyleri seziyordur. Belki bir kurtarıcıyı çağırıyordur, ya da onun asla gelmeyeceğini söylemeye çalışıyordur, kim bilir? Belki de masallardaki gibi Grace ve
Cloe’nin hizmet etmekten sıyrılıp prensese dönüşme hikayesinin habercileridir…
Yazar: Dilan Salık