Kaygı kavramı farklı anlaşılmaya mahal vermemek adına doğru aktarılmalıdır. Kierkegaard, psikolojide bu kavrama hemen hemen hiç değinilmemiş olunduğundan yakınmaktadır.
Kaygı kavramı korku demek değildir. Nesnesi olan benzer kavramlardan da tümüyle ayrılır. Hayvanlarda kaygı bulunmaz zira tin hayvana yüklenmiş bir nitelik değildir. Bu nedenlerle kaygı yalnızca insana mahsustur.
Kişinin tini, düş görmektir. (…) Tin, düşsel olarak kendi etkinliğini yansıtır, bu etkinlik hiçliktir.”
Hiçlik ve hiçbir şey; kaygıyı doğuran etmendir hatta kaygının kendisidir de denilebilir. Kaygı başka bir deyişle düş gören tinin nitelik kazanmasıdır. Tin sığlaştıkça kaygı azalır. Tin derinleştikçe ise toplum da derinlik kazanır.
Uyanıkken kişi ve kişinin ötekiliği arasında ayrım ortaya konur, uykudayken ertelenir, düş görürken ise bu ayrım, dolaylı haberdar olunan hiçliktir. Nitekim kaygı ile nesnesi (hiçlik) arasındaki ilişki de muğlaktır.
Kierkegaard “kaygı” kavramını diğer her şeyin onun ekseni etrafında döndüğü bir sistem içerisinde açımlar. İnsan, ruh ve bedenin sentezidir ancak Tin de bu sentezden payını alır. Tin, kendisiyle kaygı yoluyla ilişki kurar, bu vesileyle kendisine bağlanır. Kaygı olmadan Tin ayakta duramaz. Tin, insanı da cehaleti de niteler. Masumiyet de kaygı taşır zira masumiyetin cehaleti hiçliğe ilişkindir. Cehaletin hiçliği sonucunda ne hayır ne şer bilgisi vardır. Bu etkinlik kendini kaygıya yansıtan bilginin etkinliğine bırakır.
İnsan kaygıdan kaçmaya çalışır ancak yapamaz çünkü onu sever; kaygıyı sevmeye çalışır ancak yapamaz çünkü ondan kaçmaya çalışır. Âdem de ilahi bir anlamda kaygıyı hem sever, hem de ondan kaçar. Çünkü yapabiliyor olmanın olanağı cezbedicidir.
Kierkegaard, buna ilişkin şöyle bir tanımlama da yapar:
Kaygı, hem pay almak istediğimiz, hem de karşısında durduğumuz bir “pathos”tur.”
Her ne kadar yasak arzuyu uyandırsa da, cezanın engellemeye olan etkisi de ortadadır. Bu da işleri sarpa saran, kaygının muğlaklığını derinleştiren etmendir. Psikoloji bu soruna daha öte açıklamaya yer veremez, biteviye kendini tekrar edip durmak zorunda kalır.
Yazar: Cenk Demirkıran