AktüelFelsefe

Varoluş Üzerine

Paylaş

Düşüncelerimi sizlere en samimi hislerimle bazen ağır eleştirilerimle bazen ise ideolojilerini benimsediğim yazar ve yönetmenlerin kitaplarından, filmlerinden alıntılar yaparak anlatmak istedim.

İnsanoğlu varoluşundan bu yana hep kendine, içgüdülerine yenildi. Bunu Adem’in yasak elmayı yerken bencilliğinde, Zeus’un Asklepios’u cezalandırırken egosunda, İmparator Caligula’nın sapkın cinselliğinde, Sezar’ın Bürütüs’e olan inancında ve Vlad Dracula’nın hayatta kalma içgüdüsünde gördüm. Bu beş temel
kavram insanın varoluşunda yatan iç güdüleridir. Kendini tüm canlılardan üstün kılan insanın bilinçsizliğine hatta karşı koyamadığı güçsüzlüğüne hicvimdir.

VAROLUŞ

Karşı koyamadığımız içgüdülerimiz bizi ne kadar insan yapar? Yaklaşık 1.9milyon yıl önce Afrika’da Homo Erectus’un (ilk insan) evrilmeye başlamasıyla insanırkının da gelişimi başlamıştır. İçgüdülerimiz gereği sosyalleşmemiz zaman almamıştır.

Tarım ile beraber bu sosyalleşme doruk noktalara ulaşmıştır. İnsanlık birbirleriyle bir araya gelmeye ve bunun doğurmuş olduğu sonuç olarak varoluşsal içgüdülerimiz diye adlandırdığımız beşeri özelliklerimiz belirmiştir.İnsan fıtratı gereği her daim bir şeylere inanmak istemiştir.

Güneşe, aya, ateşe tapınma sonrasında gelen göktanrı inancı gibi. Şu ana dek inancı tanrısallaştırdık. Fakat inanç gördüğümüzün aksine sadece tanrısal formda değil, sosyal ilişkilerimizin tamamında görülmektedir. Aslında bu inanç fanatizmi insanları tartışmaya, savaşa, şiddete ve hatta öldürmeye sürüklüyor.

Dinsel inançlara baktığımda gördüğüm şey bağnaz, acımasız, insanı zalim yapan koşul ve şartları barındırmasıdır. Fakat inanç Andrey Tarkovski’nin gözünde beklentisiz ve insanı temel içgüdülerine sürüklemeyen bir yapıdadır. İnsanın bencilliği olmadan egosundan arınmış, hiçbir çıkar gözetmeksizin, fiziksel hayattan soyut bir biçimde yaşanılan mutluluktur. Aksi halde Dogville filminde görüldüğü gibi inancı zedelenmiş olan Grace’in yaptığı vahşi bir kıyımı doğuracaktır. Dogville halkının varoluşsal içgüdülerine yenilmesi Grace’i buna iten sebeptir.

Unutulmamalıdır ki içgüdülerimizin oluşturduğu bu kaygan yapı Grace gibi haklı bireylerin bile içindeki şiddeti açığa çıkartabilir. Aslında inanç ve bencillik toplumda birbirine bağlı kavramlardır. İnsanlar beklentileri altında bir şeye inanırlar. İnsan neden iyilik yapar? Neden aşık oluruz? Ya da neden bir tanrıya ihtiyaç duyarız?

Aslında bu soruların cevabını atladığımız için bencilliğimiz varoluşumuzdan bu yana açığa çıkmaktadır. İyilik yaparken tinsel çıkarlarımızdan, aşık olurken karşılık beklemeden ve varlığımızı anlamlandırmak için yaratıcıya ihtiyaç duymadan yaşadığımızda bir şeylerden kaçmamış ve bencilliğimizi bastırmış oluruz. Aksi takdirde yok edemediğimiz bencillik egoyla perçinlenerek bizlerde kişilik bozukluğuna yol açar. Ego nosyonuna bakıldığında ben-benlik anlamındadır.

Fakat Freud’un bakış açısıyla ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. Freud’un psikoseksüel analizine göre de ego insanın varoluşunda vardır. Gelişim sürecinde yaşadığımız bozukluklar sosyalliğimizi ve toplumu etkilemektedir. Örneğin, insan neden çocuk sahibi olmak ister? Veya niçin benzeniriz? Ya da diyalog kurarken niye hep konuşmak isteriz?

Bu sorular ışığında içimizde varolup görünmeyen egoyu kabul edip bunu bastırmanın yollarını aramalıyız. Tek çıkar yolu yalnızlaşıp her eylemimizin altındaki egomuzu sorgulamaktır. Düşünüldüğünde estetik kaygılarımız, hırsına kapıldığımız şeyler, cinsel arzularımız ve sosyal çevre kaygılarımız gibi davranışlar kişisel egolarımızdan kaynaklıdır. Fakat bunları etkileyen sebeplere bakacak olursak, toplumun, zümrelerin ve devletlerin bu dinamikleri tetiklediğini görürüz.

Bakıldığında askeriye içindeki hiyerarşi ve lidere ihtiyaç duyma isteği kazanılmış sıfatları yücelterek kişide ego yaratır. Bu hiyerarşi askeriye kadar katı olmasa da dini inanışlarda ve devlet zümrelerinde de görülmektedir. Fakat bu hiyerarşilerin olmayışı da grup psikolojisi açısından paradoks yaratır. Kaçamadığımız toplumsal egolar kişiliğimizi de etkilemektedir.Kişiliğimizi bu denli etkileyen durumlar bizlere haz vermektedir. Haz duyduğumuz her şeyin altında ego yatar.

Hazlarımıza öylesine yenik düşeriz ki içgüdüsel davranışımız olan cinselliği zihinlerimizde sapkınlık derecesine getirebiliriz. Eşeyli üreyebilen tüm canlılara bakıldığında cinselliğin bilinçli veya bilinçsiz ayrımı olmadan içgüdüsel bir davranış olduğu görülür. Hayvanlar cinselliği sadece çoğalmak için yaşarken, tek bilinçli varlık olan insan, cinselliği zihninde sapkınlaştırabilir.

Erkek bireyler yetiştirilme tarzlarından ötürü cinsel organlarını bir ego malzemesi haline getirip, karşı cinse obje muamelesi yapar ve kendini üstün görür. Kadınlarda ise bu durum karşı cinsin prestijine göre şekillenir. İkon bir bireyin kendisinden etkilenmiş olması egosunu besler. Bu durum kadınlar ve erkeklerin aynı zihniyette olduğunu gösterir.

Ego ile cinselliği sanatsal bir bakış açısıyla ele alan Pier Paolo Pasolini, Salo ya da Sadom’un 120 günü adlı filminde durumu tüm iğrençliği ile gözler önüne sermiştir. Ne yazık ki insanları en başında farkında olmadan kız veya erkek olarak ayırırız. Bilinçaltımızda güzel ve çirkin diye eleştirilerde bulunuruz.

Malesef ki bu ayrımlar konuşmalarımıza ve eylemlerimize yansır. Buradaki temel sorun ilk başta insanı gruplandırmamızdır. Şüphesiz ki bu gruplandırma toplumsal eşitsizliğe neden olmaktadır. Aslında zihnimizde kendi cinsiyetimizi bu kadar düşünmesek insanları gruplandırmayıp bu denli cinsel odaklı yaşamayız.Hayata bakıldığında en önemli olgu ölümdür. Yaşamımızın son anlarında bile varoluşsal bir özelliğimiz olan hayatta kalma içgüdümüz ortaya çıkar. Doyumsuzluğumuz yaşam konusunda da ortaya çıkar ve ölüm sonrası bilinmezlikten korkarız.

Statükolarımızın bozulması ve bu bilinmezlikten korktuğumuz için başkalarının hayatlarını bozarız. Aslında hayatta kalma isteğimizden doğan öldürme içgüdümüz günlük yaşantımızda bile farklı ortamlarda insanları etkiler. Bu bencil korkumuz bizi başka yaşamları öldürmeye iter. Konforumuz için hayvanları katletmemiz gibi.Benim insanlığa olan bu hicvim insanın egosundan kurtulamayacağının kendimde bile olan kanıtıdır.

Varoluşsal özelliklerimi bastırmam bunların farkında olup yok etmeye çalışmam bile egoma hizmet eder. Aslında insan özünde kötü ve bencildir. Bunların farkında olmak kişileri ve toplumları kurtarabilecek düşüncedir.Unutmamalıdır ki kabullenmek ve değişmek insanı aciz değil erdemli kılar. Aksi halde karşı koyamadığımız içgüdülerimiz bizi ne kadar insan yapar?

Yazar: Melih Tufan

Tags: , , , ,
Dünya Her Zaman Islak Bir Yerdi
Hubble Teleskobu’nun Dev Haritası

En Çok Okunan

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Menü