GenelSiyaset

Avrupa Birliği’nde Yaşanan Meşruyet Krizi

Paylaş

Hükümetleri haklı ve meşru kılan kriterler ile toplumu bir siyasi otoriteye itaat etmeye zorlayan, sevk eden kriterlerin ne olduğu sorularına verilecek cevap, itaat ve rızanın, toplum ve düzenin, otorite ve meşruiyetin açıklanmasına yardımcı olması ; Otorite ve düzene yapılan vurgu ve ardından otoritenin elde ediliş şeklinin sorgulanmasında genel çerçeve demokrasi olmaktadır

. Konjonktürel olarak dalgalanmalar yaşamış olsa da demokrasi, bugün dünya üzerindeki en yaygın iktidar kılıfı olmaya devam etmektedir. Demokrasinin bu değişim ve dönüşümünde Avrupa‟nın ayrıcalıklı bir konumu, ikinci Dünya Savaşı‟nın ise mühim bir etkisi vardır.

Zira ikinci Dünya Savaşı’nı demokrasinin küreselleşmesinin mihenk taşı olarak adlandırmak abartı olmayacaktır. AB‟de yaşanan meşruiyet krizi Maastricht Antlaşması (1992) ve özellikle de 2004 yılı sonrasında ciddi bir biçimde hissedilmektedir. Maastricht Antlaşması‟ndan 2004 yılında yaşanan genişlemeye kadar ekonomik gelişimine paralel bir siyasi bütünleşme yaşayan Birlik, 2004‟de gerçekleşen genişleme ile önemli miktarda eski Doğu Bloğu ülkelerini üyeliğe kabul etmiştir.

Bu devletlerin AB‟nin temel demokratik ve ekonomik prensiplerine yeni yeni adapte oluyor oluşu, zaten AB içerisinde var olan Birlik ve vatandaş arasındaki iletişimsizliğe eklenerek krizin derinleşmesine neden olmuştur. AB‟nin krizi aşmadaki çözüm yöntemi kurucu antlaşmaları revize ederek kurumsal reformlar gerçekleştirmek olmuştur. Ancak bu reformlar krizi çözememiştir.


Meşruiyet kavramına ilişkin siyaset bilimi literatüründe yaşanan tanımlama sorunsalı diğer disiplinler için de geçerlidir. Özellikle Uluslararası ilişkiler disiplininde kavramın tanımlanması çabaları ve kavramla alakalı sorunların giderilmesine yönelik çalışmalar daha somut bir biçimde gözlenmektedir. Meşruiyetin ne olduğu konusuna ilaveten Uluslararası ilişkilerdeki meşruiyetin unsurlarını tespit etmek de zor olmaktadır.

Meşruiyet krizini kapitalist büyümenin kaçınılmaz bir sonucu olarak gören Jurgen Habermas, üç kriz nedeni, iki ana kriz başlığı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan dört farklı kriz çeşidinden bahseder. Her krizi girdi-çıktı ilişkisiyle açıklamaya çalışan Habermas, farklı krizlerin birbirlerini tetikleyebileceğini iddia etmektedir. İçerdiği tüm olumsuzluklara karşılık meşruiyet krizi aşılamayacak bir sorun değildir, ancak bu konuda AB‟nin nihai ve kesin bir planı olduğunu gösteren bir emare de görülmemektedir.

AB yaşadığı meşruiyet krizini aşmak amacıyla özellikle Maastricht Antlaşması ile birlikte önemli ancak “geçici” girişimler gerçekleştirilmiştir. Kopenhag kriterleri, Amsterdam ve Nice Antlaşmaları, Temel Haklar ġartı‟nın (2007) imzalanmasıyla AB organlarının daha demokratik yapılara kavuşturulmaya çalışılması gibi girişimler AB‟nin krizi çözmeye niyetlendiğini göstermiştir ve krizin asıl “demokratik menşeli” ve “halkı Birliğe kazandıran girişimlerle” çözüleceği gerçeğinden hareketle, Avrupa Anayasası oldukça önemli bir girişim olmuştur. Ancak Anayasa metni onaylanmamış, yerine Lizbon Antlaşması onaylanmıştır. AB‟nin meşruiyet krizini tamamen olmasa da kısmen çözmek amacıyla tercih ettiği yöntem, organları reforma tabi tutmak olmuştur.

Krizin aşılmasında kurumsal noksanlıkların giderilmesi önemlidir. Ama tek başına krizi çözmeye yetmemektedir. ilk olarak kurumsal reform gerçekleştirilmeli, beraberinde ise AB‟de sosyo-kültürel reformlara da yer verilmelidir. Bu çalışmada sosyo-kültürel reformlar olmaksızın kurumsal alanda yapılan reformların yeterli olmadığı savunulmaktadır. Bu amaçla AB‟de sosyo-kültürel alanda yapılması gereken sosyo-kültürel reformlarda konstrüktivist önermeler kullanılmıştır.

Konstrüktivist yaklaşım olarak adlandırılabilecek reform hareketleri Avrupa kimliği, Avrupa ulusu, Avrupa yurttaşlığı, Avrupa kamuoyuna vurgu yapmakta, kurumsal reform çabalarının önemli olduğunu ancak yeterli olmadığını belirterek, sosyal, kültürel ve aidiyetsel çözüm önerilerine ağırlık vermektedir. Bir an için, kurumsal yapılanmanın tam anlamıyla demokratikleştiği düşünülürse dahi, kurumlara inanmayan, kurumlara güvenmeyen, kurumların politikalarını muhatap kabul etmeyen bir halk (Avrupa kamuoyu) karşısında kurumsal reformlar etkisiz kalacaktır. Bu nedenle Avrupa vatandaşlığının, Avrupa kimliğinin ve Avrupa kamuoyunun en kısa zamanda tanımlanması ve oluşturulması gerekmektedir.


Ezcümle, yalnızca kurumlar üzerinde iyileştirme çabalarıyla meşruiyet krizinin giderilemeyeceğini tekrar etmek gerekmektedir. Kurumsal reformlar ancak halk tarafından kanıksandığı ölçüde başarılı olabilir. Bu da Avrupa halkının bir kamuoyu olmasıyla, doğru parametrelerle şekillenmiş bir kimlik kalıbıyla mümkün olabilir. Ulus-devletlerin küreselleşmeye boyun eğip eğmediğinin tartışıldığı günümüzde, uluslararası sistemde devletin aktör olma konumunun gün geçtikçe zayıfladığı bir dönemde, ekonomik önceliklerle politika üretmenin yetersizleştiği bir yüzyılda yeni açılımlar ve sorunlara yönelik yeni çözüm metotları sosyal düzeni, kültürel altyapıyı ve kimlik oluşum sürecini inceleyen ve önemli gören bir bakışla mümkün olabilir.

Tags: , ,
Kitap İncelemesi; İsrail Lobisi Ve ABD Dış Politikası
Genç Osman Nasıl Öldürüldü?

En Çok Okunan

Bunlarda İlginizi Çekebilir

Menü